İstanbul; tarihin, kültürün ve medeniyetlerin kesiştiği, dünyanın en büyüleyici şehirlerinden biri. Doğu ile Batı’nın, geçmiş ile geleceğin, gelenek ile modernliğin harmanlandığı bu eşsiz kent, binlerce yıllık bir tarihe tanıklık etmiş.
Bizans İmparatorluğu’nun görkemli kiliselerinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamlı saraylarına kadar her köşesi tarih kokan İstanbul, adeta zamanın ötesinde bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Bu yazımızda, İstanbul’un bu tarihî dokusunu, onu dünya üzerinde eşsiz kılan Bizans ve Osmanlı yapılarını keşfedeceğiz. Ayasofya’nın yükselen kubbesinden, Topkapı Sarayı’nın gizemli odalarına, Mavi Cami’nin büyüleyici çinilerinden, Yerebatan Sarnıcı’nın sükunetine kadar her bir yapı, bu şehrin nasıl bir medeniyetler beşiği olduğunun kanıtı. Hazırsanız, İstanbul’un zamana meydan okuyan bu yapılarının hikayelerine birlikte dalalım ve şehrin tarihine bir kez daha hayran kalalım.
İstanbul’daki Bizans Yapıları
1- Ayasofya (Hagia Sophia)
İlk olarak 537 yılında kilise olarak inşa edilmiş, 1453’te camiye, 1935’te ise müzeye dönüştürülmüştür. 2020 senesinde tekrar cami olarak açılmıştır. Bizans mimarisinin en ünlü eserlerinden biridir.
Ayasofya’nın mimarisi, dünya tarihinde benzersiz bir yere sahiptir ve Bizans mimarisinin en önemli örneklerinden biridir. İlk olarak 537 yılında İmparator Justinianus tarafından inşa edilmiştir. Ayasofya’nın en dikkat çekici özelliği, devasa kubbesidir. 31 metre çapındaki bu kubbe, mimari bir harika olarak kabul edilir ve zamanında dünyanın en büyük kubbesi olarak inşa edilmiştir.
Yapının iç mekanı, geniş ve aydınlık bir alan hissi verir ve büyük pencereleri sayesinde gün ışığı içeri sızar. İç mekan, Bizans sanatının zengin mozaikleri ve freskleri ile süslenmiştir. Bu mozaikler, dini sahneleri ve dönemin önemli dini figürlerini tasvir eder.
Ayasofya’nın mimarisi, hem Bizans hem de İslam sanatının etkilerini taşır ve bu yönüyle İstanbul’un kültürel çeşitliliğini yansıtan bir semboldür. Ayrıca, yapı, tarihi boyunca birçok kez deprem ve diğer doğal afetlere maruz kalmış ve bu yüzden birçok restorasyon geçirmiştir.
2- Kariye Müzesi (Chora Kilisesi)
14. yüzyılda inşa edilen bu kilise, mozaik ve freskleriyle ünlüdür. Günümüzde müze olarak hizmet vermektedir.
Kariye Müzesi, orijinal olarak 6. yüzyılda bir manastırın parçası olarak inşa edilmiş ve zamanla 14. yüzyılda Doğu Roma ve Bizans resim sanatının en seçkin örneklerini barındıran bir kiliseye dönüştürülmüştür. Dünyanın en iyi korunmuş mozaik ve fresklerine ev sahipliği yapar ve Rönesans Dönemi’nin sanatsal değerlerini de sergiler. 2019’da Danıştay’ın kararıyla yeniden camiye dönüştürülen Kariye, 2020’de ibadete açılmıştır. Bu yapının tarihi, 1945 yılında müzeye dönüştürülmesiyle yeni bir döneme girmiş, 1948 ve 1958 yıllarında restorasyonlar yapılmıştır. 2013 yılında başlayan restorasyon çalışmaları günümüzde de devam etmektedir. Kariye, 1511 yılına kadar kilise olarak kullanılmış ve II. Bayezid döneminde camiye dönüştürülmüştür. Tarihi değeri ve sanatsal zenginliği ile ziyaretçilerine benzersiz bir deneyim sunar.
3- Yerebatan Sarnıcı (Bazilika Sarnıcı)
6. yüzyılda İmparator Justinianus tarafından inşa edilen bu yer altı su sarnıcı, etkileyici sütunları ve atmosferi ile ünlüdür.
Yerebatan Sarnıcı, İstanbul’un en etkileyici tarihi yapılarından biridir ve 1500 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bizans döneminde, İstanbul’un merkezi olan Sultanahmet’te bulunan saraylar ve yönetim binalarına su sağlamak amacıyla inşa edilmiştir. Bu tarihi yapı, İstanbul’un Fatih ilçesinin altında yer alan yüzlerce sarnıçtan sadece biridir. Sarnıçlar, Orta Çağ boyunca şehrin su ihtiyacını karşılamıştır.
Yerebatan Sarnıcı’nın inşası, 540’lı yıllarda Bizans İmparatoru Justinianus tarafından gerçekleştirilmiştir. Sarnıcın mimarisi, özellikle boyutlarıyla dikkat çeker; 108 metreye 65 metre boyutlarında ve 9800 m²’lik alanıyla İstanbul’un en büyük sarnıcıdır. İçerisinde, çeşitli Antik Yunan yapılarından devşirme 336 adet sütun bulunur. Bu sütunların, farklı mimari nizamlardan geldiği ve özgün olmadığı anlaşılmaktadır. Sarnıcın diplerine doğru ilerlediğinizde, iki adet çok kısa sütunun altına büyük çapta taşlar konulduğunu ve bu taşların üzerinde Medusa’nın yüzü kazındığını görebilirsiniz. Medusa başları, yapısal amaçla kullanılmış ve sütunların altına destek olarak konulmuştur. Ancak Medusa’nın kötü şöhretinden çekinen Bizanslı işçiler ve köleler, Medusa başlarını yana yatırmış veya ters düz etmişlerdir.
4- Hipodrom
Şehrin sosyal ve spor etkinliklerinin merkeziydi. Bugün sadece birkaç anıt ayakta kalmıştır, bunlar arasında Mısır’dan getirilen bir obelisk bulunmaktadır.
Hipodrom, Roma ve Bizans dönemlerinde savaş arabalarının yarıştığı önemli bir mekan olarak bilinirken, Osmanlı İmparatorluğu döneminde bir halk meydanına dönüşmüştür. Bu tarihi mekan, zamanla “Sultanahmet Meydanı” adını almış, dini bayramlar ve saray düğünleri için kullanılmıştır. Ayrıca, yeniçeri askerlerinin cesaretlerini kanıtladıkları ve hünerlerini sergiledikleri bir yer olarak da bilinir.
Hipodrom’un en önemli anıtları arasında Mısır’dan getirilen Obelisk, Antik Yunanistan’dan gelen Yılanlı Sütun ve Roma imparatorları tarafından dikilen Örmetaş bulunur. Bu eserler, İstanbul’un en eski tarihi eserlerinden bazılarıdır ve her birinin kendine has bir öyküsü vardır. Özellikle Theodosius Dikilitaşı, Hipodrom’un merkezinde bulunan ve 3500 yaşında olan en önemli tarihi eserdir. Yılanlı Sütun ise 2500 yaşında olup, Greko-Pers savaşları sonunda Yunanlıların galip gelmesinin şerefine inşa edilmiştir. Örmetaş ise Bizans döneminde bronz plakalar ile süslü bir sütun olarak bilinir ve 1204 yılında gerçekleşen Latin İstilası sırasında bu plakalar çalınmıştır.
5- Surlar
İstanbul’u çevreleyen Bizans surları, şehri çeşitli istilalardan korumuştur. Bazı bölümleri günümüzde de ayaktadır.
İstanbul Surları, tarihsel olarak Konstantinopolis Surları olarak da bilinir ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’i çevreleyen ve koruyan taş duvarlardır. Bu surlar, Roma İmparatorluğu’nun askeri ve şehir mühendisliği açısından öne çıkan bir yapıdır. Büyük Konstantin tarafından inşa edilen bu surlar, zaman içinde çeşitli eklemeler ve modifikasyonlarla genişletilmiş ve karmaşık bir şehir tahkimat sistemi haline gelmiştir. 5. yüzyılda Theodosian Surları olarak bilinen ikili surlar inşa edilmiş ve bu surlar, şehri birçok kuşatmadan korumuştur. Ancak 1453’te Osmanlıların güçlü toplarının karşısında dayanamamıştır.
Osmanlı döneminde büyük ölçüde korunan İstanbul Surları, 19. yüzyılda bazı bölümlerinin yıkılmasına rağmen, büyük bir bölümü ayakta kalmayı başarmıştır. Son yirmi yılda, surlarla ilgili büyük ölçekli bir restorasyon programı uygulanmıştır. İstanbul Surları’nın Roma İmparatoru Septimus Severus tarafından yeniden inşa edilmesi, Gotlar ve Nikomedyalılar tarafından ele geçirilmesi ve İmparator Konstantin’in surları genişletmesi gibi önemli tarihsel olaylara tanıklık etmiştir. İstanbul’un Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethinden sonra, surlar şehrin giriş-çıkış, iktisadi, sosyal ve askeri nizamında önemli bir rol oynamış, ancak zamanla işlevsiz hale gelmiştir. Günümüzde bu surlar, estetik kaygılarla inşa edilmiş sanat eseri niteliğinde olup, birçok bölgesi onarım beklemekte ve bazı kısımları zarar görmüştür.
İstanbul’daki Osmanlı Yapıları
1- Topkapı Sarayı
Osmanlı İmparatorluğu’nun 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar idari merkeziydi. Saray, muhteşem mimarisi ve koleksiyonları ile ünlüdür.
Topkapı Sarayı, İstanbul’un tarihi Sultanahmet bölgesinde yer alır ve 1400’lerde inşa edilmiştir. Klasik Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen bu saray, yılda ortalama 3 milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir ve dört büyük avludan oluşur. Sarayın tarihi 15. yüzyıla kadar uzanmakta olup, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. 1856 yılına kadar Osmanlı padişahları ve yakınları burada yaşamıştır. Saray, 19. yüzyılda önemini yitirdikten sonra padişahlar Dolmabahçe Sarayı’na taşınmış, ancak Topkapı Sarayı tamamen terk edilmemiştir.
2- Sultanahmet Camii (Mavi Cami)
17. yüzyılda inşa edilmiş, altı minaresi ve iç mekanındaki mavi çinileri ile ünlüdür.
Sultanahmet Camii, İstanbul’un en popüler tarihi yerlerinden biridir ve 17. yüzyıla kadar uzanan bir tarihe sahiptir. Cami, süslemeleri ve özellikle mavi renkli İznik Çinileri nedeniyle “Mavi Cami” olarak da bilinir. Bu süslemeler arasında geometrik şekiller, çiçek desenli kalem işleri ve dönemin en iyi hattatlarının yazıları bulunmaktadır.
Cami, Sultan I. Ahmed tarafından 1600’lerin başlarında yaptırılmıştır. Mimar Sedefkar Mehmed Ağa tarafından 7 yılda tamamlanan cami, bugün İstanbul’un en çok ziyaret edilen tarihi yapılarından biridir. Caminin mimarisi, ünlü Osmanlı mimarı Sinan’ın üslubunu andırıyor ve Şehzade Camii’nden esinlenilmiş. En belirgin özelliklerinden biri, diğer şehzade camilerinde olan 4 minare sayısının 6’ya çıkarılmasıdır.
Caminin içi İznik çinileriyle kaplı olup, mavi, turkuaz ve uçuk kırmızı renklerle bezelidir. Duvarlar ve tavanlar, çiniler ve el yapımı kalem işleri ile dekore edilmiştir.
3- Süleymaniye Camii
Mimar Sinan’ın en ünlü eserlerinden biri olan bu cami, Sultan Süleyman için 16. yüzyılda inşa edilmiştir.
Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman adına 1551-1557 yılları arasında İstanbul’da Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. Mimar Sinan’ın kalfalık dönemi eserlerinden biri olan bu camii, medreseler, kütüphane, hastane, sıbyan mektebi, hamam, imaret, hazire ve dükkânlardan oluşan Süleymaniye Külliyesi’nin bir parçasıdır.
Caminin kubbesi, İstanbul’da meydana gelen yüzlerce depreme rağmen çatlak oluşmamış, 53 metre yükseklikte ve 27,5 metre çapında inşa edilmiştir. Kubbe, Ayasofya’da görüldüğü gibi iki yarım kubbe ile desteklenmiştir. Cami süslemeleri açısından sade bir yapıya sahiptir, mihrap duvarındaki pencereler vitraylarla süslüdür ve caminin hattatı Hasan Çelebi’dir. Camiinin dört minaresi bulunur ve bu dört minaredeki on şerefeli yapının, Osmanlı’nın onuncu padişahı olduğunu simgelemektedir.
Süleymaniye Külliyesi, Fatih Külliyesi’nden sonra Osmanlı külliyeleri içinde ikinci büyük külliye olarak kabul edilir. İstanbul yarımadasının en yüksek tepesinde inşa edilen külliye, Mimar Sinan’ın türbesi de dahil olmak üzere çeşitli yapıları içermektedir.
4- Dolmabahçe Sarayı
19. yüzyılda inşa edilen bu saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma döneminin etkilerini yansıtır.
Dolmabahçe Sarayı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında inşa edilmiş olan gösterişli bir yapıdır. Avrupai üsluplar ile Osmanlı mimarisinin birleşiminden oluşan bu saray, Neo-Klasik ve Barok mimari öğeleri içerir ve mimarları Garabet Balyan ve oğlu Nigoğos Balyan’dır. Sarayın dekorasyonu Batı stilindedir ve Fransa’dan getirilen mobilyalar, İngiltere’den ithal edilen avizeler ve İtalyan bezeme ustalarının süslemeleri ile zenginleştirilmiştir.
5- Galata Kulesi
14. yüzyılda Cenevizliler tarafından inşa edilmiş, daha sonra Osmanlılar tarafından kullanılmıştır.
Galata Kulesi, İstanbul’un panoramik manzarasını sunan ve Bizans döneminden kalan önemli bir askeri yapıdır. Günümüzde müze olarak hizmet vermektedir ve 2020 yılından itibaren Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlıdır. Kule 2020 yılında büyük çaplı bir restorasyon geçirmiş ve üst katındaki restoran kaldırılarak ziyaretçiler için daha fazla alan açılmıştır.
Galata Kulesi, 08:30 ile 23:00 saatleri arasında ziyaret edilebilir, bilet satışları ise 22:00’de sona ermektedir. Müze haftanın her günü ziyaretçilere açıktır.